İyi İnsan
- Cem Üner
- 14 Ağu
- 5 dakikada okunur
İYİ İNSAN...?
“İyi insan olabilmek için önce kötü insan olduğunuzu kabul etmeniz gerekmektedir” (Epictetos)
Bu cümlenin anlamının altında yatan insanoğlunun en önlenemez ve herkesin içinde de olan özelliği olan kibir, aslında insanın varlığında bir adım ileri gitmesinin önündeki belki de en önemli ve en büyük etkendir. “Ben asla böyle düşünmem” diye içinden geçiren bir sürü insan vardır. Bunun karşılığı olarak kullanılan kelime “ Kibir”’dir.
Buna şöyle bir örnek verelim; iki ya da daha çok kişi arasında bir sorun yaşanıldığında herkes kendine göre en haklıdır. Herkes yaşanan durumda haklı olduğunu, karşısındaki insanın ise haksız olduğunu düşünür. Kimse ne karşısındaki için, ne de kendine empati yapmaz. Kendine empati yapmak, bölümüne takıldınız değil mi? Empati hep karşımızdakine karşı yapılan ve uygulanan bir davranış ve iletişim unsuru olarak bize aktarılmıştır. İşte Epictetos’un yukarıdaki cümlesindeki kendimizle yüzleşmemiz de aslında tam bir kendimize için yaptığımız empatidir. Kendi benliğimizin dışına çıkıp, hatta vücudumuzun dışına çıkıp, kendimize, dışarıdan bakmak ve bu anda kendimize şu soruları sormak; “neden şu anda bu benim başıma geliyor/ ben davranışımda haklı mıyım/ ben ne yaptım da bu duruma geldim? “ . Bu sorulara bulacağımız cevaplar da göreceğiz ki, Tanrı’ya karşı yaptığımız hatalar sonucu bu olayları yaşıyoruz. Çünkü her yapılan hata ona karşıdır, dolayısıyla O’nun suretinde yaratılan kendinize karşıdır. Herkes her ne yapıyorsa kendisine yapar, kimse karşısındakine zarar veremez, zarar verdiğimiz tek şey benliğimizdir. Ve bir kişi bir başkasına sorun yaratıyorsa, sorunu yaşayan kişi mutlaka bunu yaşamayı hayatının belli bir yerinde yaptığı hata ile hak etmiştir. “Biz bazılarınızı, bazılarınızla kırarız” şeklinde Kuran’da geçen ayetin anlamı “savaş” değil işte tam da budur. Çok karmaşık geliyor değil mi, ama ilerleyen satırlarda daha da basitleşecek emin olun okumaya devam ettikçe…
Yine bir örnek daha verelim. Eğer iki veya daha çok kişi bir olay ile ilgili farklı veya aynı sorunları yaşıyorlar ve bu olayda bir araya geliyorlar, yolları kesişiyor ve aynı sıkıntıya veya mutluluğa ortak oluyorlarsa, burada sadece o topluluktaki bir kişi için değil, o topluluktaki herkes için bir sınav vardır. Olayda sorumlulukları, payları, hisseleri, katkıları ne olursa olsun... İşte böyle bir durumda dahi olayda payı, sorumluluğu büyük ya da küçük olan birine tüm günahı yüklemektense, “ben neden bu sorunun içindeyim, ne yaptım da ben bunu yaşıyorum” diye kendimize sormakta, yani kendi kendimiz ile empati yapmakta fayda vardır, hatta bunu yapmamız bir zorunluluktur.
Önemli ve unutulmaması gereken en önemli şey;
Tanrı hiçbir zaman size bir başkası yüzünden bir acı, sıkıntı çektirmez ya da mutluluk vermez. Tüm bunları hayatınızda yaptıklarınızla siz kazanırsınız. Siz ekersiniz ve Tanrı da biçer.
Tüm çekilen sıkıntılarda, işin içinde başkaları da olsa, sizin mutlaka bir payınız, yaşamanız, ders almanız gereken bir şey vardır. Yaşadığınız her şeyin sorumlusu sizsiniz. Kimsenin yaptığı yanlıştan dolayı siz acı ya da sıkıntı çekmezsiniz, çektirilmezsiniz. “Ben neden bu olaya dahil oldum ve sıkıntıyı/mutluluğu paylaşıyorum” sorusunun cevabında şu vardır: Bir yerde konunun bir tarafı ile ilgili mutlaka bir hata yapmışınızdır kendi benliğinize, size verilen nimetlere ve Tanrı’ya karşı (dolaylı yoldan o insanlara veya başkalarına karşı)…
Bu olaylarda bazen size verilen nimetleri kaybedersiniz, ama unutmayın asla o nimetler (para, mülk, araba, varlık, eş, arkadaş, aile vb…) size ait değildir. Bu dünya ve dünya üzerindeki her şey, her materyal, her üretilen şey Tanrı’ya aittir. O istediği için size vermiştir. Elinizdeki tüm varlığa “benim” demekte günahlardan biridir, çünkü onlar asla size ait değildir, size sadece emaneten verilmişti Tanrı tarafından… Ama verdiği gibi geri almasını da bilir. Eğer elinizdekileri kaybediyorsanız bir yerde yukarıda bahsettiğim hataları yapmış ve de kibire düşmüş olabiliriniz. İşte böyle bir durumda eğer Tanrı’nın sevgili kuluysanız ve size öğretmek istiyorsa, sizi malınızla, çevrenizdeki insanlarla sınayabilir. “Günahkarlar da sınava tabii tutulurlar ama anlamazlar” Eğer sınavınızın farkına varıyorsanız Tanrı size ikinci bir şans veriyor demektir.
Bu noktada başkalarının sınavları ile ilgilenmeyin, kendi sınavınıza ve size sorulan soruya veya sorulara konsantre olun ve onların cevabını bulmaya çalışın. Ve yaşadığınız hiçbir olay ile ilgili başkalarını suçlamayın ve dönüp kendinize şu soruyu sorun “Ben nerede Tanrı’ya karşı böyle bir konu ile ilgili yanlış yaptım. Nerede kibre düştüm ve Tanrı’nın bana nasip ettiği şeyler ile ilgili hata yaptım?”
Bu soruları sormak işte tam da Epictetos’un söylediği cümledeki, “……..önce kötü insan olduğunuzu kabul etmeniz gerekmektedir”, kısmına denk gelir. Sakın yaşadığınız olaylarda, "bunda benim sorumluluğum yok ki" demeyin, ya da "benim suçum neydi Tanrı’m?" şeklinde isyana düşmeyin. Bu noktada doğru cevabı bulduğunuzda ve hatanızı kabul ettiğinizde, “iyi insan“ olma yolunda bir adım daha atmış olacaksınız. Bakın “iyi insan“ olacaksınız demiyorum. Çünkü bu yol çok uzun bir yoldur ve unutmayın evrende tek bir iyi vardır, o da Tanrı’dır.
HASTANE ODASI
Hava artık erken kararıyordu… Pencereden baktığında gördüğü manzara bulunduğu bölgeye 90 derece hakim olabilmesini sağlıyordu. Uzakta bir yerde, denizin siyaha kaçan koyu mavisi, güneşin kızılının bıraktığı izler, ufuk çizgisinin altlı -üstlü örtmüş ve gitgide, onunla birleşip içinde eriyip gidiyordu. “İşte bir gün biz de böyle eriyip gideceğiz ufukta gözlerden ırak” diye düşünürken derin bir iç çekti, hastane odasının kasvetinde…
Arkasına döndü ve ona baktı… Yüzünde ve vücudunda onca yılın yıpranmışlığını taşıyordu. Oysa onu ilk tanıdığında, henüz 17’li yaşların başındaydı ve yüzü hep gülerdi… Değişmeyen tek şey gözleriydi bunca zaman… Hala bir deniz kadar mavilerdi… Ama o anlam kaybolmuştu derinlerdeki… Nasıl ve nerede kaybolmuşlardı şöyle bir düşündü…
Yıllar önce, kendisi söndürmemiş miydi o ışığı? Bunca sene kendisine ne kadar yüklendiyse de, bir türlü kendini affedebilmiş değildi… O yılları geri getirebilseydi… Ama belki son 40 yıldır biliyordu bunu… O günler hiç geri gelmeyecekti ve gelmemişti de zaten…
Her geçen gün uzaktan izlemişti onun erimesini gözlerinin önünde… Ve şimdi artık gözlerinin kenarında kırışıklıklar, ellerini göğüslerinin altında kavuşturmuş, burnundan sarkan bir boru ile yaşam mücadelesi veriyordu gözlerinin önünde… Yıllar boyu sadece sağlığı ile ilgili bir problem olduğunda yanında olabilmişti. Ve yine öyle bir anda buradaydı. Ne çok isterdi elini tutabilmeyi o anda… Yüzüne bir kez daha dokunabilmeyi, dudaklarını geçtim, alnından öpebilmeyi… Elini uzattı, ama hissetmedi, geri çekti.
Hemşire içeri girdi. Tansiyonunu ölçtü. Bileğine bağlı bir mekanizmadan bir şırınga dolusu ilacı boşalttı. Dışarı çıkarken kapıyı yavaşça kapattı.
Kapının gürültüsünden midir yoksa rüzgarından mıdır bilinmez, gözlerini hafifçe araladı mavi gözlü… Etrafına bakındı, gözleri doldu, ama yaşlar dışarı akmadı ve ümitsizlik dolu aradığını bulamamış bakışlarla gözlerini yine kapatırken derin bir iç çekti.
Ayakta duran adam, onu görmediği için üzülmüştü. “Nasıl görmedi beni?” diye düşündü, omuzları aşağıya çöktü. Ama mavi gözlü onu görmeyi yıllar önce bırakmıştı. Ne zamandı peki? Hatırlamaya çalıştı… Nafile…
Mavi gözlü yeniden gözlerini araladı. Yine arandı o derin mavi bakışlarıyla odanın içinde… “Ben buradayım” diye bağırdı adam, ama duymadı mavi gözlü… Tekrar bağırdı avazı çıktığı kadar… Ama bırak mavi gözlüyü, hastaneden bile duyup gelen olmadı odaya, ne oluyor diye…
Adam şaşırmıştı, yatağın etrafında dolaştı, mavi gözlünün elini tutmak için elini yine uzattı, ve aynı anda alnına doğru uzandı dudakları ile, ama ne eli, ne de dudakları hissetmemişti onu… Doğruldu, arkasını döndü hastane odasındaki boy aynasında baktı şöyle kendine bir… Gerindi… İki beyaz kanat arkasında belirdi, o gerindikçe açıldılar… Tekrar döndü mavi gözlüye, kanatları ile sardı onu, yıllar önce yapamadığını yaptı. Her hasta oluşunda yaptığı gibi, gittiğinden beri… Kanatları ile okşadı yüzünü ve dudağına kanatlarından bir öpücük kondurdu. Çok uzun zamandır onu ancak böyle hissedebiliyordu, kanatları ile… Elleri ve dudakları ona bundan 45 yıl önce yasaklanmıştı Tanrı tarafından…
Kanatlarını açtı, mavi gözlüsüne son bir bakış baktı. Ve 15 sene önce onu ebediyen bırakıp ebediyete gittiği gibi göklere doğru kanat açıp gitti, ertesi gün tekrar geri gelmek ya da göklerde onunla buluşmak üzere…


Yorumlar