
Reach Me If You Can
Merhaba
Ve ilk yazımı paylaşıyorum, tüm insanlığa faydası dokunur umuduyla, dokunmasa da, yayınladım iÅŸte birine belki bir yerinden faydası olur da boÅŸa kürek çekmeyiz.
​
DİĞER TÜM YAZILAR İÇİN BLOG SAYFASINA BAKINIZ
Ben Adem, or you people can call me Adam…
Bu gerçek hayatta da böyle oldu dünyaya düÅŸtüÄŸümde, kimileri beni Cem, kimileri Jim, kimileri ise Sam diye çağırdı… Ama ben hep bendim yani Adem ya da Adam ya da herneyse… Sen de beni nasıl görmek istersen öyle gör, ya da adlandır, bu bendeki beni ve kim olduÄŸumu deÄŸiÅŸtirmeyecektir…
Bu hikayeyi yayınlamamın sebebi Havva’yı bulmak içindir. Neden ÅŸaşırdınız? Ne zaman dünyaya düÅŸtüÄŸünü bilmediÄŸim Havva’yı, kaldı ki yüzünü bile görmedim ÅŸu ana kadar, yeryüzünde yürüyerek mi arayacaktım? Bulmama yardım ederseniz sevinirim.
-Efendim?
-Üstünde ne mi vardı?
-Bilmem son gördüÄŸüm sadece mahrem yerinde bir incir yaprağıydı, halen onu kullandığını zannetmiyorum ama…
-Neye mi benziyodu?
-Benim Havva’m bana benziyor
-Ben mi neye benziyorum.
-Neye benzediÄŸimi bilmem ama neye benzemediÄŸimi çok iyi biliyorum…”Hiç kimseye”…
Åžimdilik bu kadar…
Ben size ipuçları vermeye devam edeceÄŸim, zaman zaman uyumlu dörtlüklerle, zaman zaman soru-cevap ÅŸeklinde… Siz de bana yardım edin de ortaya çıkartalım Havva’mı… Bu arada bakarsınız sizin içinizdeki Adem de ortaya çıkar da bir Havva da siz bulursunuz… HerÅŸey nasıl baÅŸladı, herkes birÅŸeyler bilir. Kitaplardan öÄŸrendikleri veya kulaktan duydukları kadar… Ama hiç kimse ÅŸu ana kadar zamanın Oscar’lık hikayesinin baÅŸ aktöründen “herÅŸeyin” nasıl baÅŸladığını duyduÄŸunu sanmıyorum. DeÄŸil mi? Yoksa Havva birÅŸeyler anlattı mı size daha evvel? Tabii ki onu da dinlemek gereklidir, haklısınız… Ama ya ben size tüm empatimle ve olayın tüm gerçekliÄŸiyle ve objektif ÅŸekilde anlatacağımı söylersem, yine de ondan dinlemek ister misiniz? Sizi ikna etmiÅŸ olur muyum buna?
Ne olmuÅŸtu, hatırlayalım ÅŸöyle bir aslında, Havva’nın Adem’i (yani Ben’i) yasak aÄŸaçtan elma yemeÄŸe ikna etmesi, itmesi, yönlendirmesi v.b… Benim de bu nefsi kontrol edemeyip, o elmadan tatmam… İşte olay çok basit deÄŸil mi? Åžimdi buna yorumları duyalım.
-Adem çok salakmış! Hiç kadın sözü ile hareket edilir mi? İşte böyle olur sonu… (ismini açıklamak istemeyen Adem taraftarlarından biri)
- Hadi canım, Adem’in hiç mi aklı yokmuÅŸ, hemen nasıl da hazırsınız suçu kadınların üstüne atmaya… (KomÅŸum AyÅŸe Teyze)
-Aman be abi nolucak ki, istediÄŸini yapmış Adem bence… Ama söylesene elma tatlı mıydı, deÄŸdi mi abi? Ha ha ha ha ha… (yanımda çalışan 19 yaşındaki ofis boy)
-İşte ooluuum siz böylesiniz, sizin anlık isterik davranışlarınız yüzünden kaç genç kızın kalbi yanıyor biliyor musun, sapık herif! (benim ofis boya muhalefet, sekreterim)
İşte bu yorumlar böyle uzayıp gidiyor, hikaye ve olay tek, ama ne kadar farklı düÅŸünce ve tepkiler var deÄŸil mi? Hikayeye devam etmeden önce senin tepkin ne buna?
Ya iÅŸte böyle, yasak elma, senin yüzünden benim yüzümden derken, bir de baktım ki, farklı bir yerlerdeyim, burası tam olarak Tanrı’nın katındaki gibi bir yer olmasa da, aslında cehennemi görmemiÅŸtik hiç, ama sanırım burası cennet-cehennem karışımı gibi bir yerdi. Sonra adına yeryüzü dendiÄŸini öÄŸrendiÄŸimde, o zaman olay daha netleÅŸti kafamda, çünkü bir kere bize bir sohbetimiz esnasında ÅŸöyle demiÅŸti: “Biz size cenneti de cehennemi de yeryüzünde yaÅŸatırız”. “Peki Havva neredeydi” diye düÅŸünürken, etrafıma baktığımda aslında ortalıkta birçok Havva ve aslında birçok ta Adem olduÄŸunu gördüm… İş karmaşık bir hal almaya baÅŸlamıştı. Seçenek çok ama rakip de çoktu. Sanırım karşı cins de bu ÅŸekilde düÅŸünüyordu bu durumda… Peki nasıl olacaktı bu, ben aÅŸk ile sevgi ile, en yüce varlığın nuru ile yaratılan Adem, ÅŸimdi sevgisiz, sevgilisiz, aÅŸksız mı kalacaktım? O zaman niye vardım, neden buradaydım ve burası da neydi Tanrı’m böyle? Gürültü, saygısızlık, hoÅŸgörünün olmadığı, her ÅŸeyden önce kimsenin kimseyi tanımadığı, selamlamadığı, sevginin hissedilmediÄŸi bir yeri nasıl yaratmıştı Tanrı’m? Selamın, sevginin olmadığı bir yer, sanırım burası yeryüzünün cennete uzak kısmıydı hatta tam olarak burası bir cehennem de denebilirdi. Korkuyordum, hem de çok… Havva da yoktu… En azından etrafıma baktığımda benim Havva’m olabilecek birileri yoktu. Tamam çok güzel kadınlar, alımlı çekici, akıllı, hoÅŸsohbet kadınlar vardı, ama bunların her biri ayrı ayrı kadınlarda toplanmıştı. Biliyorum Havva’da da bunların hepsi yoktu, ama iÅŸte yalnız kalmak fikri çok korkutuyordu.
Bana öÄŸretilmeyen ve bünyeme, ruhuma uymayan bir hayata sürükleniyordum yavaÅŸ yavaÅŸ… İçinde bulunduÄŸum topluma tüketim toplumu deniyordu. Ben de onlardan biri olmaya baÅŸlamıştım, tüketiyordum, tek farkım kimseyi kırmadan, rencide etmeden tüketmeye çalışmaktı. Ne kadar baÅŸarılı oluyordum bilemiyorum ama, kendime ve baÅŸkalarına olan dürüstlüÄŸüm, ruhumun huzur bulmasını saÄŸlıyordu. Tanrı’m ruhumu böyle huzurlu tuttuÄŸuna göre bana kızmıyordu. Çünkü kızdığında neler olabileceÄŸini biliyordum, eminim sizler de biliyorsunuzdur.
İşte bu noktada yeryüzüne indiÄŸim günden itibaren yaÅŸadıklarımı ve hissettiklerimi kaleme almaya karar verdiÄŸim an, O’na rastladım. Daha önce çok melek görmüÅŸtüm, inanın bana en iyi dostlarım meleklerdi. Ama daha önce hiç kanadı kırılmış bir melek ile tanışmamıştım. Meleklerin ne kadar güzel güldüÄŸünü bilir misiniz diye sormak isterim ama daha önce hiç görmediÄŸinize eminim. O yüzden size anlatmak istiyorum bir melek gülünce ne olur, tabii siz fanilerin anlayacağı ÅŸekilde… Bir melek güldüÄŸünde, eÄŸer karanlık bir yerdeyseniz, sizin güneÅŸ dediÄŸiniz gezegenin yeryüzünü aydınlattığı gibi etrafınız aydınlanır. Tek bir farkla, o ışıkla yaydığı enerji sizi ne üÅŸütür ne de sıcaktan kavrulmanıza yol açar. Bir melek güldüÄŸünde, kalbinizde hiç daha önce hissetmediÄŸiniz ve adlandırmakta zorlanacağınız ve eminim ki hiçbir ad bulamayacağınız bir his oluÅŸur. Bu his aslında biraz büyük ikramiyeyi kazanmakla ve aynı zamanda Tanrı’nın size elini uzatması ile, ki inanın her ikisi de Jackpot’tur, aynı ÅŸeyi yaÅŸatır. Bunu da Las Vegas denen, ÅŸeytanın gerçekten çok sevdiÄŸi ÅŸehirde öÄŸrendim. Benim favorim hangi ÅŸehir mi? Tabii ki Los Angeles…
Bunlar hiç tatmadığınız duygular deÄŸil mi? Ama daha bitmedi durun. Bir melek güldüÄŸünde, ister istemez sizin de yüzünüzde kocaman, aptal bir gülümseme oluÅŸtuÄŸunu fark edersiniz ve her seferinde bu böyle olur inanın. Bir melek güldüÄŸünde, ona sıkıca sarılıp aÄŸlamak istersiniz, ama yapamazsınız. İki sebeple, birincisi eÄŸer sarılırsanız gülüÅŸün devamını kaçırırsınız, ikincisi yaydığı enerji ve sevgi size kalp krizi geçirtebilir inanın.
Tabii baÅŸka farklı ÅŸeylerden de karşınızdakinin bir melek olduÄŸunu anlarsınız. Mesela konuÅŸtuklarında duyduÄŸunuz ses; size yeryüzünden örnek vereceÄŸim bu sefer, okyanusun, dünyanın en eÅŸsiz kuÅŸlarının, rüzgarın beraber ahenkle söylediÄŸi bir ÅŸarkıya benzer… Sizi bulunduÄŸunuz yerden alıp, hiç bilmediÄŸiniz bir yere uçurup geri getirir, her cümlesine koyduÄŸu noktada… Peki ya gözleri, hiç gözlerine baktınız mı? Pardon böyle bir ÅŸey yapmış olmanıza imkan yoktu deÄŸil mi? UnutmuÅŸum uuups! Zaten imkanınız olsa da bakamazsınız. Baksanız da, o gözlerden içeri girip, o temiz kalbi ellerinize alıp, o kalbi sevmeyi okÅŸamayı istersiniz, ama yapmanıza imkan yoktur. O yüzden devamlı göz temasından kaçınırsınız.
Åžimdi ise tüm bunları tekrardan gördüÄŸüm ve yaÅŸatan bir melek karşımda duruyordu. Ama enerjisi normal deÄŸildi, ışığı bir parlıyor bir yok oluyordu. Bir gülüyor, bir aÄŸlıyordu. Fakat ÅŸüphe götürmez bir ÅŸey vardı, O’nun melek olduÄŸuna dair… Gözleri, gözlerine her baktığımda tekrar tekrar görebiliyordum gerçeÄŸi…
Aslında bunu daha onu ilk tanıdığımda hissetmiÅŸtim. Sanırım bu da Tanrı’ya yakın olmanın getirdiÄŸi bir avantaj benim için… Peki ÅŸimdi ne olacak, ben buraya Havva’yı aramaya gelmiÅŸtim, sanırım bu ÅŸekilde cezalandırmıştı beni, tam da hatırlamıyorum ama… Peki benim bir meleÄŸe aşık olma ya da onun sevgilisi olmaya hakkım var mıydı ki? Evrenin kural kitabından böyle bir kural ya da madde hatırlamıyorum. Aslında çok ta bir ÅŸey hatırlamıyorum ya, çok çalışkan bir öÄŸrenci deÄŸildim. İşte sonra, bu yeryüzüne düÅŸme sonrası bir ÅŸeyler deÄŸiÅŸti ve öÄŸrenmeye baÅŸladım. Yine biliyorum en iyi dostumun bunda parmağı var. Her ne kadar bana kızmış olsa da, sonuçta ben de O’ndan bir parçayım. Biliyorum ki bana kıyamaz ve beni sever. Zaten aslında o öÄŸretti bana merhametli olmayı… Bana hep derdi ki, “Ben affedebiliyorsam, sen nasıl affedemezsin ki”… Ben de çok isterdim bir melek olmayı, her ne kadar hak etmesem de… Ne için isterdim biliyor musunuz, her gün kanat çırpıp onun yakınına gitmeyi ve öylece uzaktan O’nu seyretmeyi, meleÄŸi… En azından her gün bir ya da iki kere gülüÅŸünü görsem de yeter de artardı bana…
Bunları düÅŸünmek bile bana mutluluk veriyordu, O gerçekte benim olmasa da, olamasa da, benim onun hayatının ufak ta olsa bir parçası olmam, çok hoÅŸuma gidiyordu. Öyle varlıkların hayatının küçük de olsa bir parçası olmak ÅŸansını ele geçirdiÄŸiniz zaman, asla bu ÅŸansı kaybetmemelisiniz. Siz de etrafınıza bakın eminim böyle varlıklara rastlayacaksınız ve mümkün oldukça onlara yakın kalmaya çalışın. Çünkü aradığınız aÅŸk ve sevgi ise, onlarda bol miktarda bulacaksınız. Ama önce sizin onlara kayıtsız, ÅŸartsız ve saf sevginizi vermeniz gerekiyor. Çünkü onlar zaten hazırlar buna karşılık vermeye… Yeter ki siz buna hazır olduÄŸunuzu hissedin ve hissettirin her ÅŸeyinizle…
Bu arada günlük hayatım da devam ediyordu olanca hızı, karmaşıklığı, hüznü, mutluluÄŸu ve sıra dışılığı ile… Sıra dışı olmak zaten yeryüzündeki hayatımda en sevdiÄŸim ÅŸeydi… Aman ha, sanmayın ki sakın abuk subuk iÅŸler yapan, zıpır bir Adem oÄŸlu’yum… Sadece hissettiklerim, yaÅŸadıklarım kendi içimde, etrafıma yaklaşımım ve olaylara yaklaşımım ile sıra dışıyımdır. Ve itiraf edeyim böyle olmaktan gurur duyuyorum ve de çok seviyorum böyle olmayı… Her neyse... Günlük olayların hızı ve keÅŸmekeÅŸi içerisinde, aklımdan çıkmayan, çıkamayan bir tek ÅŸey vardı, “O”… Ne yapsam ne etsem onu düÅŸünmeden kendimi alıkoyamıyordum. Bir anda “Iphone” denen o acayip makinemdeki ekran koruyucu mesajım aklıma geldi. Bunu yazınca, kahkahalara boÄŸuldum… Bu mesajı yaklaşık 2 aydır telefon ekranımda tuttuÄŸumu hatırladım. Mesaj İngilizceydi ama size tercüme edeyim durun; “Bir gün bile düÅŸünmeden duramadığın bir ÅŸeyden asla vazgeçme”… Bu mesaj Tanrı’ma olan hayranlığımın ne kadar üst düzeyde olduÄŸunu hatırlattı bana… Benimle her yoldan iletiÅŸimi deniyordu ve bunda da baÅŸarılı oluyordu. Bu sefer de bana bu yüzyılın iletiÅŸim aracı mucizesi ile mesajını göndermiÅŸti;” bir an bile düÅŸünmeden duramadığın ÅŸeyden asla vazgeçme ey Adem! Ben’den ve O’ndan!”. Ve de bunu bana O’nu tanımadan çok önce, bir uyarı ile göndermiÅŸti. Beni hazırlamak için… Zaten vazgeçmeyi düÅŸünmüyordum da, gelen mesaj bu etkiyi arttırdı. Sonuçta bunu baÅŸaramama ÅŸansım her zaman vardı, biliyordum ama baÅŸarırsam da mutluluÄŸu bulacağıma ve bulduracağıma da emindim.
Peki ya baÅŸarısız olursam? O’nu tanımanın verdiÄŸi onur ve mutluluk günün sonundaki en büyük kazancım olacaktı. Yeterli mi? Tabii ki hayır ama eÄŸer Tanrı bunu istiyorsa, öyle olacaktı. Ve eÄŸer Tanrı yolları birleÅŸtirirse, ÅŸarkıdaki (Daniel Bedingfield- If you’re not the one…) ümitler gerçekleÅŸecekti;
EÄŸer sen benim için uygun deÄŸilsen neden seni karım olarak hayal ediyorum?
Neden uzak olduÄŸunu bilmiyorum
Ama bunların çoÄŸunun doÄŸru olduÄŸunu biliyorum
Bunu başaracağız
Ve ümit ediyorum ki hayatımı seninle paylaÅŸacağım…
Ve diliyorum ki uÄŸruna ölebileceÄŸim tek kiÅŸi sensin…
Ve dua ediyorum ki evimi beraber kuracağım tek kişisin.
Bu ÅŸarkının türkçesi tabii ama bir gün bu anlattığım hikaye gerçek olursa ve biri filme dönüÅŸtürmek isterse, filmin ana müziÄŸinin bu olmasını isterim.
Çok yorgun geçen bir cumartesi gününün ardından, sevdiÄŸim hava ile uyanmıştım, hafif rüzgarlı ve serin, tatlı bir Pazar gününe… Her zamanki gibi bir önceki günün muhasebesini yapmaya baÅŸladım ilk iÅŸ olarak… Bu iÅŸ bugün diÄŸer her günden çok daha önemliydi. Dün ciddi anlamda geliÅŸmelere sahne olmuÅŸtu benim açımdan… Aslında tam anlamıyla geliÅŸen bir ÅŸey yoktu, fakat ciddi bir adım atmıştım. Ama bana böyle öÄŸretilmiÅŸti, açık ve dürüst olmak… Bu özellik Tanrı’mın yanında çok normal bir özellikti, ve olaÄŸan karşılanıyordu. Aksi i
se çok çirkin adlandırılıp, ciddi anlamda cezalandırılıyordu. Yeryüzüne düÅŸtüÄŸümden beri ise bu özelliÄŸim çok anlaşılmıyor ya da önemsenmiyordu, hatta size bu açık sözlülük ve dürüstlük yüzünden insanoÄŸlu tarafından çok defa cezalandırıldığımı bile söyleyebilirim. Ama gerçekten Tanrı’m her seferinde beni bu cezaların akabinde kendisi tarafından ödüllendiriyor ve tüm diÄŸer giriÅŸimleri etkisiz bırakıyordu. Her zaman yanımda olan ve olacağını bildiÄŸim bir varlığa nasıl olur da sevgi ve saygı duymazdım ki… Nasıl olur da O’nun bana verdiklerini paylaÅŸmazdım ve bencillik yapardım. Bu hikayemi ya da gerçeÄŸi (buna siz karar vereceksiniz) sizlere anlatmaya baÅŸlamamdaki en önemli nedendir bu… PaylaÅŸmak… O’nun bana öÄŸrettiklerini paylaÅŸmak… Gelelim düne… Gerçekten çok yorucu bir cumartesiydi, ama bir o kadar da keyifli… Tüm iÅŸlerim bittiÄŸinde yine bana bahÅŸedilen güzel evimde, güzel mobilyalarımdan koltuÄŸumda ayaklarımı uzatmış, keyifle müziÄŸimi dinlerken (bir Adem ancak aÅŸk ÅŸarkıları dinler, bunu bilin ve bir daha da sormayın lütfen), ve tabii ki yine O’nu düÅŸünürken; “kim bilir bugün neler yaptı, acaba nasıl, morali iyi mi, mutlu mu?”ÅŸeklinde, bir anda kararımı verdim. Cesur olmayı hep çok severdim ve etrafıma “cesur olun ama doÄŸru zamanda cesur olmayı bilin” derdim. Åžimdi cesur olma zamanıydı, çünkü kaybedecek bir ÅŸeyim yoktu, benim ve Tanrı’mın bildiÄŸini kuldan saklamak ta anlamsızdı. Belki bu cesur olma zamanlaması karşı taraf için doÄŸru deÄŸildi, belki geri bile tepebilirdi, ama benim için doÄŸru zaman olduÄŸu ile ilgili anlık bir his belirmiÅŸti içimde ve bu tip hisleri hep Tanrı’mın benim kulağıma dönüp fısıldaması olarak nitelendirmiÅŸimdir. Hani bir anda aklınıza bir ÅŸey gelir ve paylaÅŸmak istersiniz ve yanınızdakine doÄŸru eÄŸilerek söylersiniz ve yanınızdaki aslında buna hazır deÄŸildir, iÅŸte tam da böyle idi… Bu hisse uymaya hazır deÄŸildim tam olarak, belki bana kalsa daha bir yüzyıl beklerdim, nasılsa melekler ölümsüzdür diye… Ama O bana fısıldadı ve dedi ki: “ Åžimdi zamanı, ya ÅŸimdi ya da bekle öylesine, yeter!” Elime telefonumu aldım, tam olarak söyleyeceÄŸim sözcükleri seçmeye çalışırken, neden böyle bir ÅŸey yapmakta olduÄŸumu hala düÅŸünüyordum. Sözcükler birbirine giriyor ve onları sıraya sokmakta zorlanıyordum. Zor olacaktı benim için, duygularımdan emin olmama raÄŸmen sözcüklerimden emin olamıyordum. Ve bu anda yazmaya karar verdim. Evet, neden yazmıyordum ki… Neden bunu en iyi yaptığım ÅŸeyi yaparak anlatmıyordum, elim dilimden daha dürüst ve açık sözlüydü her zaman, bazen bu ikisi arasındaki çatışmalar beni çileden bile çıkarıyordu. Elim dilime dargın, dilim elime... Elim duygularını anlatamadığı için kızarken dilime, dilim anlatamayacağı ÅŸeyleri düÅŸündürdüÄŸü için kızıyor gönlüme... Gönlüm seni seviyorum diyemediÄŸim için kızarken dilime; dilim her isin kendisine verilmesine kızıyordu. Ve yine tüm iÅŸ elime kalıyordu. Ve baÅŸladım yazmaya, gönlümün tüm açıklığı ve dürüstlüÄŸü elime yansıyordu, yazdım yazdım ve yazdım ve gönderdim meleÄŸe… Tanrı’m katında olsak zaten buna gerek kalmazdı herkesin kalbi ve gönlü o kadar net hissediliyordu ki orada, hiçbir ÅŸeyi yazmaya, açıklamaya gerek yoktu, tüm duygular ortadaydı. Belki de Havva ile iliÅŸkimin en güzel tarafı buydu, sadece birbirimizin gözlerine bakmamız tüm aklımızdan ve gönlümüzden geçen cümleleri okumamıza ve anlamamamıza yetiyordu. Hiç konuÅŸmamıza gerek kalmıyordu. Bir bakış milyonlarca ÅŸeyi anlatabiliyordu. Neyse onunla da baÅŸka sıkıntılar vardı. Åžimdi bırakalım bunu bir kenara… Melek mesajlarımı alıyordu, bunu görebiliyordum ama henüz bir cevap veya bir hareket yoktu. Yanlış mı yaptım acaba diye düÅŸündüm biran… Sonra hayır dedim eÄŸer Tanrı’m bunu bana yaptırdıysa, bunda yanlış olamazdı. GiriÅŸim, hareket ve tarzım tamamen doÄŸruydu, çünkü dürüstlükle ve açık gönüllülükle yapılmıştı. Bu davranışta hata olamazdı, olmalıydı, çünkü böyle öÄŸretilmiÅŸti bana… Sanırım sabırlı olmak her evrede gereken bir ÅŸeydi… Her hikayenin ya da yaÅŸanılan hayatın; giriÅŸ, geliÅŸme ve sonuç aÅŸamaları vardı. Bu evrelerin her birinde sabır hakim olmalıydı hareketlere... Benim hikayemde yazar ya da Tanrı diyelim dün giriÅŸ bölümünü sonlandırmıştı. Bundan sonra hikaye artık geliÅŸecekti, ama hangi yönde olacağını belirleyecek varlıklar Adem ve Melek ti. Her biri hikayeyi ayrı yönlerde de geliÅŸtirebilirdi, aynı yönlerde de… Åžimdi yapılması gereken biraz beklemek ve olayların nereye akacağını seyretmekti. Bu söylediklerimin kadere razı olmak ile alakası olduÄŸunu düÅŸünmeyin asla yalnız… Kader sizlerin sandığı gibi bir ÅŸey deÄŸil, ya da size anlatılan… EÄŸer Tanrı’m yazdığı senaryoyu size kelimesi kelimesine oynatmak isteseydi, sizler birer kukladan farksız olurdunuz. O zaman düÅŸünmenize, ya da hissetmenize gerek kalmazdı. Ayrıca bu ÅŸekilde düÅŸünmek Tanrı’ma da hakaret olurdu, o zaman neden bizleri kendinden bir suret olarak yaratıyordu ki, oyun oynamak için mi? Saçmalık… Kader; yazılmış binlerce hatta milyonlarca senaryodan oluÅŸur, bir kiÅŸi için bile… Ve her bir seçilen yolun devamında karşına çıkacak baÅŸka yollar yani seçenekler olacaktır. İşte bunlardan hangisini seçeceÄŸine karar vermek sana kalmıştır. Seçimlerinin sonucunda sen sorumlusundur. Kader kelimesi nerede ortaya çıkar biliyor musun, hayatının sonunda ancak o kelimeyi kullanabilirsin, o da yaÅŸadığın hayata ad vermek istersen, “iÅŸte benim kaderim buymuÅŸ” demek için… O güne kadar tüm yaÅŸadıkların, seçimlerin ve sonuçlar senin kendi öz iradenle yaptığın ÅŸeylerdir. Burada Tanrı’yı kaderi oluÅŸturmakla suçlayıp, kendini kurban psikolojisine sokman büyük hatadır insanoÄŸlu… Tabii ki arada bir Tanrı seni eliyle bazı ÅŸeylere yönlendirir ama bunlar da senin sınavlarındır, bu sınavların sonuçları kaderine yön verir. Fakat yine senin seçimindir o soruya nasıl cevap vereceÄŸin. E o kadar da olsun deÄŸil mi, Tanrı’nın hayatlarımız üzerindeki küçük dokunuÅŸları… Bunu ÅŸu ÅŸekilde de hayal edebilirsiniz, çok büyük ressamlar eserlerini ekiplerine çizdirirler, kendileri sadece son dokunuÅŸları ve rötuÅŸları yaparlar. Hayatınız da bir tür resimdir, bu resmi siz ve ekibiniz (aile, dostlar, akrabalar, arkadaÅŸlar ve etrafınızdaki insanlar) beraber çizersiniz. Tanrı’m ise son dokunuÅŸları ve rötuÅŸları yaparak düzeltmeye çalışır, ama resmin geneline dokunmaz, çünkü o resim sizindir. Resmi o ana kadar kötü çizdiyseniz, yapacak bir ÅŸey yoktur, Tanrı hiçbir resmi bu olmadı diye çöpe atmaz, sadece rötuÅŸlayarak en azından az da olsa sergilenecek hale getirir. Sergilenecek hale getirmesi ise herkesin bu resme bakıp, gerekli dersleri alması içindir. Her resim bir eserdir ve eserlere saygısızlık yapmak olmaz. İnsanoÄŸlu-Tanrı ortak çalışması her bir resim görülmeye deÄŸerdir. Åžimdi artık Melek ile Adem bir resim çizebilecekler mi bakacağız, bu resmi çizerken bu çalışmaya kimler dahil olacak göreceÄŸiz. Tuvale ilk fırçayı ben, yani Adem, vurdum… Tuvalin bir köÅŸesine bir kalp çizdim, atan kıpkırmızı bir kalp… Tanrı’m bu tuvali bana boÅŸ vermedi yalnız, belirtmekte fayda var, tuvali elime aldığımda, bir köÅŸesinde kanadı kırık bir Melek vardı. Ve ben kalbi onun için çizdim. Yepyeni, arındırılmış, onun için hazırlanmış, onun için biçimlendirilmiÅŸ, sadece onu kabul edebilecek bir kalp çizdim önce ve içini tutku ve sevginin evrensel rengi kırmızı ile boyadım, sonra size daha önce de bahsettiÄŸim melek dostlarımdan Eros’u çağırdım. Okunu bir kez de benim için resimde kullanmasını rica ettim. Eros, tuvalin diÄŸer köÅŸesindeki MeleÄŸe hayranlıkla baktı ve derin bir iç çekti. O da benle aynı fikirdeydi, daha önce gördüÄŸü meleklere göre çok farklıydı, ama iç çekmesinden de anlaşılacağı gibi, hüzünlenmiÅŸti o da… Okunu daha önce de kullanmıştı O’nun için ve sonu hüzünle bitmiÅŸti, aslında biliyordu Eros okunun her zaman iÅŸe yaramadığını… Çünkü deÄŸiÅŸik birçok oku vardı. Tanrı’m hangisini atmasını emrederse ona, o oku kullanıyordu. Bu oklardan en güçlüsü ve ölümsüz aÅŸkı kullandığı çok ender görülmüÅŸtü tarihte… O oku kullanması için daha önce diÄŸer oklarla bir ya da birkaç kez vurması gerekiyordu insanları… Tanrı’m bunu aÅŸk tecrübesi için yaptırıyordu Eros’a… Tabii bana da olmuÅŸtu aynısı, sormanız yanlış… Benim sizden bir farkım yok, ismim dışında, tanrı asla kulları arasında fark gözetmez, bunu biliyorsunuz Bir fark oluÅŸuyorsa sizin ve bir baÅŸka birinin arasında hayatta, o farkı siz yaratıyorsunuz demektir, eksiye veya artıya doÄŸru… Eros’un gözlerinin içine baktım, “lütfen bu sefer hem benim için hem melek için en güçlü okunu kullan, daha fazla yaralama bizi diÄŸer oklarınla”… Bana bakışı “benim elimde olsa, neden olmasın” ÅŸeklindeydi. İkimiz de biliyorduk ki, o ok kınından çıkacaksa, Tanrı’nın emri ile ve Adem ile Melek’in iradesiyle olacaktı. Eros’a bu iÅŸ bitene kadar yanımdan ayrılmamasını söyledim, zaten uzun zamandır görüÅŸmemiÅŸtik, ayrıca onun arp çalışını çok özlemiÅŸtim, bana ilham veriyordu. Resme dönelim biz, eros bize çalarken antik Yunan’ın aÅŸk hikayelerini… Ama hüzünlü ÅŸeyler çalma dostum, hadi hareketlendir ÅŸu melodileri biraz… Fırçamı çok nazik kullanıyordum özellikle Melek’in etrafına bir ÅŸeyler çizerken… Çok zordu Melek’e bir renk yakıştırmak, etrafını masmavi yapmayı düÅŸündüm, onun sonsuzluÄŸunu anlatmak için, ama olmadı mavi soluk kaldı yanında… Sonra beyaz bıraksam dedim tuvali… Beyaz onun masumiyeti yanında kirli kaldı gözümde… Siyah ile kirletmek istemedim onu, sarı O’nun saçtığı ışıkta kayboldu gitti. Yeni bir renk yaratmak gerekiyordu belki de, eldeki renklerden, ama birbirine karıştırmadan yapmak gerekirdi bunu… Biraz maviyi koydum kendini en iyi hissedebileceÄŸi göklerden ödünç aldığım… Biraz beyaz kattım ona olan saf sevgimden… Sonra güneÅŸin sarısını ekledim yanına karanlıkta kalmasın geceleri diye… Sonra kırmızı gül yaprakları çizdim etrafına uykusu geldiÄŸinde üzerine uzansın diye… Devam et dostum çalmaya… Eros’un müziÄŸini de kattım tuvale, renkler dans etmeye baÅŸladı Melek’in etrafında, gül yaprakları bir araya geliyor ve ona yatağını hazırlıyorlardı. GüneÅŸin sarısı çok yaklaÅŸtığında ona gökyüzünün mavisi tatlı bir esinti yolluyordu, sıcaktan korumak için, sarının çizgilerinin arasından dans ederek geçiyordu mavi esintiler ulaÅŸmak için Melek’e… Beyaz ise etrafında koruyucu bir kalkan örmüÅŸtü, ne olur ne olmaz diye… Bir saniye dur Eros… Sessiz ol lütfen, çalma bir saniye için, bir ÅŸeyler söylemeye çalışıyor bana Melek… …………………………………………..
Evet, anlıyorum seni… Ama bana izin ver lütfen, izin ver ki ben de sana kimseye vermediÄŸim kadarını veriyim. Biliyorum kırgınsın, her ÅŸeye, herkese… Ama her ÅŸey geçer bir gün ve unutulur emin ol. İzin ver bir daha hatırlat mıyım sana, izin ver bundan sonra hatırlayacağın hep gerçek sevgi olayım. Neler gördü Adem bir bilsen. Neler yaÅŸadı. Her kırıklık her üzüntünün büyük yaralar bırakmasına izin verseydi, ÅŸimdi zaten çoktan Tanrı’sının yanında olurdu… O aksine ayakta kalmayı seçti. Ayakta kalmak herkese verilecek en iyi cevap olmuÅŸtu hep… Herkesin beklediÄŸi, yıkıldığını görmekti Adem’in… Neler kaybettiÄŸini göreceksin derlerdi, ama o hep kazanmaya devam etti. Kaybedenler hep gidenler oldu. Åžimdi artık gidenleri ve yaÅŸananları unutma zamanı Melek. Zincirin bir halkası koptuÄŸunda ve sen o zinciri tekrar birleÅŸtirdiÄŸinde, zincirin en kuvvetli noktası artık daha önceden kopan noktadır, bunu unutma Melek. Sana hazırladığım ÅŸarkılarla dans edelim, sana çizdiÄŸim tuvali asalım duvarımıza, kulaklarımızda Eros’un ÅŸarkıları olsun hep, sen iste Eros hiç gitmez yanımızdan, konuÅŸurum onunla rica ederim, kırmaz beni biliyorum. Sen iste Adem ile Havva’nın hikayesinde Havva, melek olsun… İkimiz de ölümsüz oluruz, ya da sen iste, ikimizde vazgeçelim ölümsüzlüÄŸümüzden, o zaman belki Eros’u duyamayız ama yeryüzünün aÅŸk ÅŸarkıları çalar bizim için belki de… Sen yeter ki iste… Ses yok… Sessizlik hakim oldu dünyama, tek duyduÄŸum ses, sessizliÄŸin yankılanışı kulaklarda… Tuvale baktım boÅŸ… Tüm çizdiklerim, boyadığım renkler, melek, yoklar… Bembeyaz bir tuval duruyor karşımda… Nereye gider tüm bu çizdiklerim bir anda, tüm o sesler, tüm o içten gelen düÅŸünceler bilemiyorum, anlayamıyorum. Fırçayı mı sert kullandım çizerken, yoksa dili mi iyi seçemedim tüm bunları anlatırken? Yoksa renkler mi uymadı da Melek tuvalden uçtu gitti? Giderken tüm renkler de onu takip etmiÅŸ olmalı, çünkü o renkler O’nun için yaratılmıştı… Etrafıma bakıyorum, olabilecek her yere, ama yok. Birkaç gün düÅŸündüm ne yapabilirim diye ama yapabileceÄŸim bir ÅŸeyin olmadığına karar verdim sonunda… Çünkü o bir Melek, nereye giderse gitsin onun hızına yetiÅŸip de yakalamam imkansız, zaten yakalasam ne olacaktı ki? Åžu an için söylenecek her ÅŸeyi söylemiÅŸtim. Daha fazla söyleyebileceÄŸim bir ÅŸey yoktu ÅŸimdilik… Bir beklentim yoktu zaten sadece içimden gelenleri söylemiÅŸtim, gördüÄŸüm kadarının ben de uyandırdığı duygulardan bahsetmiÅŸtim, daha fazlasını zaten ortaya koyamazdım, çünkü o’nu çok iyi tanımıyordum, kendisine de söylemiÅŸtim bunu… ArkadaÅŸ olarak kaybetmeyi göze almak istemezdim, ama sonuç o yok ÅŸu anda, ÅŸimdilik, belki hep… Bilmiyorum, bilemiyorum. Normal hayata devam etmek gerekiyordu. Yazmak normal hayatımın en önemli odağı iken hiç içimden gelmiyordu, aktaramıyordum, dilimin ucuna gelenler, kalemimin ucuna kadar gitmiyordu. Gitmek istemiyordu. Yazarın Kalemi Sendromu diye adlandırırdım bunu… Çok bilindik bir hikayedir aslında benim hikayemi takip edenlere, bu hikaye de… Yazmak ama neyi, onca içten akan güzel ÅŸeyleri yazdıktan sonra, ÅŸimdi o güzelliÄŸin yokluÄŸunda neyi yazmak? Hangi aÅŸkı ve sevgiyi anlatmak lazım yalnız Adem’in hayatından sizlere… Havva’nın olmadığı, Melek’lerin bir var olup, bir yok olduÄŸu bir hayatta harcanan duygularımı anlatmalı, bu kadar hüznü kaldırabilir misiniz ki ey insanoÄŸlu! Dinleyebilir misiniz Adem’in yok olan aÅŸklarının, ellerinden kayıp giden sevgilerinin, harcanan duygularının hikayelerini? Hiç sanmıyorum, o yüzden güzellikleri yazmak istedim, o yüzden kötü ÅŸeyleri hep hatıralara ve kalbin derinliklerine gömdüm ve Pandora’nın kutusuna kilitledim. Kutuyu gömdüÄŸüm yeri bir haritaya çizdim ve o haritayı da hiç var olmayan ülkeye gönderdim kargo ile… Acılarla, üzüntülerle, yitirilmiÅŸlerle, kaybolan deÄŸerlerle yaÅŸamak bana göre olmadı hiçbir zaman.. Bir önceki kırıklıkları ve yıpranmışlıkları bir sonrakine taşımadım asla, çünkü kimse bunu hak etmiyordu. Ne bir önceki yıpranmışlığa sebep olan kiÅŸi, bunun hala hatırlanıyor olmasını, ne de bunda bir suçu olmayan yeni duyguların sahibi, eskilerin gölgesinde yaÅŸamayı… O yüzden hiç bahsetmedim size yitip giden nice duygulardan, bahsetmeyi de düÅŸünmüyorum ÅŸimdilik… Ama ÅŸimdilik diyorum çünkü yaÅŸanmış her ÅŸey paylaşılmalı diye düÅŸünüyorum, iyisiyle ve kötüsüyle… Fakat görüyorum ki Melek’in yokluÄŸu sizi de üzmüÅŸ durumda, o yüzden daha fazla üzüntüyü bünyenize göndermek istemiyorum. Arayışımın esas amacı Havva’yı bulmaktı biliyorsunuz. Arayış içerisinde birçok engelle karşılaşılabiliyor ve akabinde birçok yön deÄŸiÅŸtirmede yaÅŸanabiliyor. Ama iradeli insanoÄŸlu, ne olursa olsun amacından vazgeçmemeli, o zaman bana düÅŸen aramaya devam etmek O’nu… Bu arada “aramak” kelimesinin algılanmasında bir yanlış anlaşılmaya düÅŸmemek için, biraz anlamlandırmak istiyorum küçük bir hikaye ile… Bu hikayeyi Melek’le de paylaÅŸmıştım, o yüzden mana bakımından çok fazla ÅŸey ifade eder benim için… “İki çiftçi de kurak geçen yaz aylarında tarlalarındaki mahsullerin ciddi anlamda zarar görmekte olduÄŸunu fark etmiÅŸler ve yaÄŸmur duasına çıkmaya karar vermiÅŸler. Bir tanesi bu yaÄŸmur duasına baÅŸlamadan evvel, tarlasına gitmiÅŸ ve yaÄŸmur yaÄŸması ihtimalini göz önünde bulundurarak, tarlada ve toprağında gerekli düzenlemeleri yapmış, hatta yağışın aşırı olması durumunu da düÅŸünerek ekstra tedbirlerini de almış. DiÄŸer çiftçi o’nu uzaktan gülerek izliyormuÅŸ, ortada olmayan bir ÅŸey için bu kadar aşırı hazırlığa zaten gülmekten baÅŸka bir ÅŸey yapılamazmış. DiÄŸer çiftçinin tarlası da, hazırlığı yapan çiftçinin çok yakınında imiÅŸ, her ikisi de aynı mahsulleri ekerlermiÅŸ ve genelde aynı miktarda ürün alırlarmış hasattan… Neyse çiftçiler duaya çıkmışlar ve tüm içtenlikleri ile dualarını tamamlamışlar, aradan birkaç gün geçtikten sonra tarlasına herhangi bir iÅŸlem uygulamamış olan çiftçi bir de bakmış ki, yan tarlada inanılmaz bir yaÄŸmur yağıyor, fakat hemen yanı başındaki kendi tarlasına bir damla bile su düÅŸmüyor. DiÄŸer çiftçi ise halinden oldukça memnun ve aşırı yağışa raÄŸmen tarlası hazır olduÄŸundan hiçbir sorunla karşılaÅŸmıyor. DiÄŸer çiftçi açmış ellerini yukarı doÄŸru ve yakarmış tekrardan Tanrı’ya: “Neden Tanrı’m bana da yaÄŸmur vermedin, aynı içtenlikle sana dua ettim, aynı içtenlikle, aynı samimiyetle, öyleyse neden?” Tanrı’nın cevabı gerçekten unutulmamalı: “Sen tarlanı yaÄŸmura hazırlamamıştın, sana da yaÄŸmur verseydim, ürünlerin mahvolacaktı, ama ÅŸimdi tohumların toprağın altında güvende, kaybın yok, hazırlığını yap ve tekrar iste benden, o zaman seni geri çevirmem” Aramak… Bulmak için hazır olmayı gerektirir, eÄŸer bulmak için hazırlığını yapmıyorsan, arayışına cevap vermez Tanrı, seni zor durumda bırakmamak için… Hazırlanalım öyleyse, hazırlanalım ki, arayışımız Havva’yı bulmakla sonuçlansın. Ve bunun için hazırlanmaya baÅŸladım. İlk yapılması gereken negatif düÅŸüncelerden arınmaktı. Hani ÅŸu son zamanların meÅŸhur “Secret” kitabı var ya, bu arada ellerim ister istemez Amerika’lıların yaptığı meÅŸhur iki elin iki parmağının, Miki’nin kulakları gibi hareket ettirilmesi hareketini yapıyor. Neden Tanrı’nın size gönderdiÄŸi kitaplara hiç bakmıyorsunuz da, zaten yazılmış olan kuralları biri allayıp pullayınca, onu dünyanın en önemli insanı ve söylediklerini acayip önemli ÅŸeyler olarak deÄŸerlendiriyorsunuz? Belki aynı benim yazdıklarıma yaptığınız gibi… Ben sadece O’nun daha önce söylediÄŸi cümleleri farklı bir yoldan söylüyorum, günümüze uygun yumuÅŸatılmış ÅŸekilde; “Biz bazen kullarımızla size mesajlar iletiriz, onları dinlemenizde sizler için fayda vardır”… Sanırım anlatabildim… Bu mesajları ben, yani Adem’den baÅŸka kimle daha iyi iletebilirdi ki… Tarihe başından beri tanıklık etmiÅŸtim ne de olsa… Sizin bildiÄŸiniz tarihten farklı bir tarih yaÅŸadı dünya… Size anlatılan tarih, çocuk masalından ibaret… Bu konuya sonra detaylı deÄŸinebiliriz belki… Åžimdiki olayımız, iyi-iyiyi çağırır, kötü-kötüyü felsefesinden yola çıkarak içinde bulunduÄŸum negatif moddan çıkıp, pozitif moda geçmek için hazırlık yapmak, akÅŸam nöbet deÄŸiÅŸimini kaçırmak istemiyorum anlayacağınız… Tarlayı hazırlayalım ki istediÄŸim yaÄŸmur yaÄŸarsa, bugüne kadar içimde biriktirdiÄŸim ürün zarar görmesin… Çünkü bu ürün benim her ÅŸeyim, onu bugünkü durumuna getirmek için çok uÄŸraÅŸtım, en büyük savaşı da kendime karşı verdim, bu uÄŸraşıda… Defalarca mahvoldu ürün, sayısını ben bile bilmiyorum. Her seferinde ciddi uÄŸraşılar sonucu ürünün bir kısmını kurtarıyordum ve kurtardığım kısımdan, ürünü geliÅŸtirip, daha çok üretiyordum. Åžimdiki durumdan da öteye geliÅŸtirebilirdim ürünümü ama ilk defa ürünüme bakınca bir olgunluk görüyordum. Ürün gerçekten olgundu ve bundan sonraki geliÅŸimi saÄŸlıklı ve geri dönüÅŸsüz olarak gerçekleÅŸecekti, tabii Tanrı’nın vereceÄŸi yaÄŸmura ihtiyaç vardı bunu gerçekleÅŸtirebilmek için… Dua etmek, bana yaÅŸam verildiÄŸinden beri öÄŸrendiÄŸim ilk hareketti... Dua etmek en önemli pozitif düÅŸünme ÅŸeklidir, kendinizi zorlamanıza gerek yoktur. Dua ederken asla kötü bir ÅŸey düÅŸünmezsiniz, çünkü dua Tanrı’dan bir ÅŸey isteme ÅŸeklidir. E Tanrı’dan hangimiz kötü bir ÅŸey isteriz ki? Dua etmek için belirli ritüellere gerek duyulmaz. Dua etmek aslında Tanrı ile sohbet etmektir, konuÅŸmaktır O’nun ile… O zaman vaktin var mı Tanrı’m, konuÅŸalım mı biraz? Biliyorum hiçbir zaman kimsenin böyle bir isteÄŸini geri çevirmedin, herkesi dinlersin her zaman, hep dersin ya “Ben siz ÅŸah damarınızdan daha yakınım” diye… Ben yine de kibarlık etmek istedim. TeÅŸekkürler… Sana bugün anlatmak istediÄŸimi… Ne diyorum ben? Sen zaten anlatmak istediÄŸimi çok iyi biliyorsun. “Biz sizin kalbinizden ve aklınızdan geçeni biliriz”…pardon… Ama tüm bunlara raÄŸmen beni dinliyor olman da gerçekten tam Tanrı’lık bir ÅŸey… Biz o sabrı ve hoÅŸgörüyü birbirimize gösterebilseydik, sana daha da layık olurduk, ama nerde! Melek, diyordum Tanrı’m, nereye kayboldu? Nasıl o? Mutlu mu? AÄŸlamıyordur deÄŸil mi, o gülen ve hep gülmesi gereken gözlerini hayat ile yıkamıyorsun deÄŸil mi Tanrı’m? Çok soru soruyorum deÄŸil mi? Ama biliyorsun iÅŸte beni ve içimdekileri… Çok isterdim benim de kanatlarım olmasını… Biliyorum biliyorum, o saçma hatayı yaptığımda benden o yeteneÄŸimi almıştın, haklıydın elbette… Sen bizden küçücük bir ÅŸey istemiÅŸtin verdiklerine karşılık… Sen tüm meleklerini topladığında ve “Ben sizden de üstün 2 varlık yarattım” diye beni ve Havva’yı takdim ettiÄŸinde ve bize eÅŸyaların isimlerini öÄŸretmiÅŸtin, ve melekler ÅŸaşırıp, senin isteÄŸine uyup, secde etmiÅŸlerdi ya, sanırım bu kibir yarattı bizde… İşte o cezayı aldığımız ve beni yeryüzüne gönderdiÄŸin günden beri, bu kibirli davranışım yüzünden acı çektim hep… Belki Melek de o yüzden benden kaçıyor olabilir mi? Bana kızgın olabilir mi, bana zamanında verilmiÅŸ bir hediyeye nankörlük yaptım diye? Ya da sebeplerden biri de olabilir bu… Ya da sen beni bununla cezalandırıyor ya da sınıyor olabilir misin? .........................................................................
TeÅŸekkürler cevapların için ÅŸimdi daha iyi anlıyorum seni… Seni anlamamı saÄŸladığın için minnettarım ÅŸükürlerimi kabul et lütfen… Biliyorum hala yin ve yang lerim var, ama uÄŸraşıyorum biliyorsun, kibirli deÄŸilim. Sevgiler… Bu konuÅŸma çok iyi geldi. Åžimdi negatiflikten arınmıştım, pozitif bir ruh ve etrafa yaydığım pozitif enerji ile bir ÅŸeyler deÄŸiÅŸecekti biliyorum. Biliyordum Ve bildim de… İşte Tanrı'nın bu bekleyiÅŸe ödülü belirmiÅŸti, Adem'in telefonunda... sonunda... Melek’ten bazı mesajlar geliyordu ama en önemlisi onca sessizliÄŸin ardından gelen o anlamlı ve aslında her ÅŸeye deÄŸen cümleydi. “seni kaybetmek istemem”. Bundan daha öte bir deÄŸer veren cümle olabilir miydi sorarım size? İşte tam da anlatmaya çalıştığım ÅŸeyi anlamıştı. Hem de en çok anlamasını istediÄŸim kiÅŸi… Ne demiÅŸtim size? Tanrı’m dürüst yaklaşımın ödülünü hep verir dememiÅŸ miydim? Pozitif olmanın öneminden bahsetmemiÅŸ miydim size? Bu cümlenin arkasındaki önemi, taşıdığı anlamı ve deÄŸeri sizler anlayabilir misiniz ey insanoÄŸlu? İşte tam da o yüzden O’na “Melek” statüsü verildi. İşte tam da evrende bulunan en önemli deÄŸeri kavrayabileceÄŸi kocaman bir yüreÄŸi olduÄŸu için. Bu önceden görüldü ve bu deÄŸer ona aktarıldı. O da ona verilen bu hediyeyi, öyle güzel kullandı ki, bu cümle de bunun kanıtıydı. Hayatınızda kaçınız, kaç kiÅŸiye bu cümleyi içten, arkadaÅŸça ve çıkarsız söylemiÅŸsinizdir ey insanoÄŸlu? Ne zaman size verilen ilahi özelliklerin farkına varıp, komplekslerinizden, ön yargılarınızdan ve kibirlerinizden arınıp, bu cümleyi kalbinize, beyninize, dilinize yani kendinize yakıştırabileceksiniz? “Hediye” demiÅŸken, size hediye ile ilgili Tanrı’nın İngilizce ye kattığı bir kelime oyunundan bahsetmek istiyorum. İngilizce de bugün "present" kelimesi ile tanımlanır... Yani "hediye"... Her ulaÅŸtığın "bugün" sana Tanrı dan bir hediyedir... Ve Tanrı'nın sana bir ÅŸey hediye etmesine ÅŸükret... Unutma senin doÄŸum günün aynı anda etrafındaki yüzlerce ve binlerce kiÅŸinin doÄŸum günü ve Tanrı herkese sana olduÄŸu kadar cömert olmayabilir ya da onlar bu cömertliÄŸi fark edemeyebilir. Onların da bu hediyenin farkına varmaları için çalış... Aslında iÅŸte her insana verilen en güzel hediye, farkındalık anında olmak ve bir baÅŸkasında farkındalık yaratmak... İşleyebileceÄŸin en büyük sevap ilim öÄŸretmektir... Farkındalık da bir ilimdir... Sana bir baÅŸka hediye Tanrı’nın son kutsal kelamı Kur'an dan; "hayatta iki kiÅŸinin amel defteri kapanmaz" bunlardan en önemlisi ilim öÄŸretendir... Ve sen her gün öÄŸrenmek ve öÄŸretmekle sorumlusun, bir kiÅŸiye bir ÅŸey aktarmadan geçen her gün boÅŸa yaÅŸanmış bir gündür... Her gün hediyeni al ve hediyeni ver iÅŸte o zaman doÄŸum günleri anlam kazanır, hediye alıp verdikçe... Åžimdi soracaksınız neden her cümlenin sonu üç nokta diye, ya da farkına bile varmadınız! Çünkü bu konu ile ilgili Adem’in daha söyleyecek çok ÅŸeyi var ama zamanı gelince… Åžimdi diyeceksiniz ki; “E ne var bunda, “seni kaybetmek istemem” basit bir cümle… ArkadaÅŸça söylenmiÅŸ de olabilir. Evet ve ciddi anlamda, kesinlikle de arkadaÅŸçaydı eminim buna, ama konuÅŸmanın geri kalanı o ve ben arasında kalmalı ve konuÅŸmanın geliÅŸinden ve önceki cümlelerden sonra (baÅŸka ne konuÅŸtuÄŸumuzu söylemeyeceÄŸim, orası özele girer), bu cümleyi duymak, sadece tek bir reaksiyona neden olmuÅŸtu bende, iki gözümden de birkaç damla yanaklarımın üzerine süzülen yaÅŸlar… Yok endiÅŸelenmeyin, kesinlikle mutluluk damlalarıydılar. İlk etapta istediÄŸim buydu, ademoÄŸlu olarak deÄŸerimi göstermek karşımdakine… Ve oldu iÅŸte… Hep daha önce bahsettiÄŸim; isteÄŸin, duanın, pozitifliÄŸin ve sabrın karşılığı Melek ve Tanrı’nın ortaklaÅŸa hediyesi, elbette ki Tanrı’mın iradesiyle… Tanrı bana “bu gün” ümü vermiÅŸti. Åžimdi Melek yine Adem’in hayatının bir parçasıydı. Yine Adem en sevdiÄŸi ÅŸeylerden birini yapabilecekti, ÅŸiirler yazabilecekti Melek’e… GüneÅŸ ve Ay’ın ilahi devinimi devam ediyordu, evrenin akışında… Yıldızlar yer deÄŸiÅŸtiriyor, Ay her gün yüzünün bir baÅŸka bölümünü sergiliyordu insanoÄŸluna ve eÅŸ zamanlı olarak evrendeki diÄŸer tüm canlılara… Yeryüzünde hayat sürüyordu, nankörlük etmemek lazım ama Adem için hayat çok ta keyifli deÄŸildi. Adem’in her ÅŸeyi vardı aslında tek bir ÅŸey hariç… Hala bir Havva eksikti. Melek? Melek ÅŸimdilik hala çok uzaktı Adem’e… Bir var oluyordu, bir yok… Bazen mesajlar geliyordu, bazen günlerce sadece resmini görüyordu… Çok zor bir ÅŸeydi bu Adem için… Her ÅŸeye vardı aslında hayatta, “hayatta her ÅŸey bizler için” derdi hep… Fakat bunu kabul etmekte zorlanıyordu. Bir adem gibi yaklaÅŸmıştı ÅŸimdiye kadar Melek’e… Etrafımızda gördüÄŸümüz yaklaşımlardan farklıydı, dedim ya adem gibi yaklaÅŸmıştı. Anlıyordu onu ama aynı zamanda anlamıyordu. Anladığı ÅŸeyler zaten zamanında Adem’in de yaÅŸadığı ÅŸeylerdi, anlatmıştı bunları birer birer Melek’e… Anlamadıkları ise aslında tüm insanlarda gördüÄŸü olumsuz davranışların onda var olması paradoksuydu. Bir Melek’te olumsuz insani tavırlar görmeye alışmamıştı ne de olsa… Kitapta “Selam Allah katındandır, selam verin ki, selam vereniniz çok olsun”… diyordu. Adem bunu hep uygulardı. İnsanların hatırını sormak önemliydi onun için… Selamlaşırken söylenen cümleler de yukarıdaki ifadeyi doÄŸrulamıyor muydu? Buna sadece içten gelerek söylenen “selam”, merhaba”, nasılsın” ya da daha samimi bir dille “ne haber” gibi soru cümleleri de amaca uygundu. Peki neden bunlara cevap vermezdi Melek? O da aynı kitap ile eÄŸitilmiÅŸti, bunu biliyordu. Ayrıca Adem ona ne yapmıştı ki, zaman zaman böyle tepkisiz tepkilere maruz kalıyordu. Bu duyguları bilmiyordu Adem, öÄŸrenmemiÅŸti hiç, öÄŸretilmemiÅŸti. Bu durumda yapması gerekeni de bilmiyordu üstelik… Yukarıdan gelen mesajlar beklemesi yönündeydi. Zaten baÅŸka ne yapabilirdi ki? Beklemek bazen iyidir bazen kötüdür. Beklemek bazen kazandırır, bazen fırsatları kaçırmana neden olur. Bu durumun ne ile sonuçlanacağını ise gerçekten kestiremiyordu. Dünya üzerinde, insani duygu ve olaylarla harmanlanmış bir melek hayatı yaÅŸayan Melek’e nasıl yaklaÅŸacağını kestiremiyordu. Çünkü daha önce böyle bir tecrübesi yoktu. Melek te ona gerçekten hiç yardımcı olmuyordu. Olmasını da beklemiyordu zaten ama iÅŸte “ümit” denen o çok sevdiÄŸi ve hiçbir zaman vazgeçemediÄŸi duygu yok muydu? İşte o duygu Adem’i gitmekten alıkoyuyordu. Ve hala oradaydı, oralarda bir yerlerde olması gerektiÄŸini hissettiÄŸi, oralarda bir yerlerde olmasının ona umut verdiÄŸi, ve bu his ile umut birleÅŸtiÄŸinde, en azından bir parça da olsa mutlu olduÄŸu için… Ama ne kadar süre daha sürdürebilirdi bunu bilemiyordu Çünkü üzerinde bir sürü yaÅŸanmışlığın, yaÅŸanmakta olanların ve daha yaÅŸanabileceklerin yorgunluÄŸu, ağırlığı, ve yeryüzündeki hayatının ona verdiÄŸi yıpranmışlık da vardı. O ise dışarıya karşı hep gülüyordu. Çünkü hayata karşı gücünü kanıtlamanın tek yolu gülmekti. AÄŸlamama için de yapabileceÄŸi en büyük ÅŸey gülmekti, hem de çok gülmek ve güldürmek. Çünkü insanlar güldükçe o da gülüyordu. Bazen aÄŸlatıyordu da insanları ÅŸiirleri ile sevgiye ve Melek’e dair, istemeden de olsa… Sanıyor musunuz ki o hiç aÄŸlamıyordu? Yazarken… En çok yazarken gözyaÅŸlarına hakim olamıyordu. Bir katarsisti onun için yazmak; duygularını bu ÅŸekilde boÅŸaltıyordu. Zaten bunu da yapmasa, kalbi vücuduna dar gelecek, beyni ise patlayacaktı. Beynini her iki lobunu da kullanmayı çok önceleri öÄŸrenmiÅŸti. Bu ağır bir ÅŸeydi. Siz aynı anda kaç ÅŸeyi düÅŸünebilirsiniz birim bir anda, bana söyleyin. Adem için bunun bir limiti yoktu. Åžaşırtıcıydı ama gerçekti. Sizin için süper olabilirdi ama bunu yaÅŸayan için acı verici olabiliyordu bazen bu tarz anlar. Kaldı ki hayatı bu anların birbirine zincirlenmesi ile geçiyordu. Zincir kopabiliyordu da bazen… Zincir koptuÄŸunda Adem kabuÄŸuna çekiliyordu. Çünkü bu ÅŸekilde insanların içine çıkmamalıydı. Enerjisini insanlara aktaramadığı her an, her saniye onun bu dünyadaki görevine ters düÅŸüyordu. Son günler iÅŸte böyle zincirin koptuÄŸu, enerji akışının kesildiÄŸi zamanlarla doluydu. Bir de kendini Melek’in yerine koymak isteyen ve koymaya çalışan kiÅŸilerle uÄŸraÅŸmak, hele ki Havva olmak isteyen kiÅŸilerle uÄŸraÅŸmak gerçekten çok yıpratmıştı Adem’i… HoÅŸ geldin gerçek dünyaya Adem… O’nu gerçekten tanımayanlar ve O’nun gerçekten tanımadıkları, kendi kendilerine bu role bürünmeye çalışıyorlardı. Üzülüyordu Adem, bunu gördükçe onlar için, ve kızıyordu Melek’e… Kızıyordu çünkü, ona ayırdığı yeri kalbinde bir tek o görememiÅŸti henüz... Yoruluyordu artık… Ne yapacağını bilememek en çok, yoruyordu. BildiÄŸi tüm bilgilerden uzak kısır çözümler üretmeye çalışıyor, mehter takımı gibi iki ileri, bir geri, bazen de bir ileri, iki geri gidiyordu. UlaÅŸmaya çalıştıkça uzaklaşıyordu Melek… Elini uzattıkça, boÅŸluktan baÅŸka bir ÅŸeyi kavrayamıyordu. Dostları soruyordu: “Bu ne sabır, nereye kadar devam edebilirsin böyle?” Artık kendisi de bilmiyordu bu sorunun cevabını… Aramaktan da yorulmuÅŸtu beyninin kıvrımlarında, sorunun bulunacak cevabına koyulan ödülü… En sevdiÄŸi dostundan yardım istiyordu göklerin ötesine ileterek mesajı… Henüz ondan da bir cevap alamamıştı. Cevap vermemekle vardır bir bildiÄŸi diyordu kendi kendine… Belki bu konudaki kararı kendisinin alması gerekiyordu, yardımsız… Belki bu da bir sınavdı onun için… Ama henüz çözememiÅŸti, çünkü soru anlaşılmamıştı. Seçeneklerden gitmek de sevdiÄŸi bir yöntemdi ama seçeneklere ulaÅŸmak da zordu. Çünkü soruyu bilmeden seçeneklerden çözmek de imkansızdı. Seçenekler ortadaydı; a- BoÅŸver b- Bekle c- Bekle ama umursama d-sen delisin… Aslında soruyu bile görmeden, ona en yakın olan cevap, kaldı ki sorunun ne olduÄŸu da bu anlamda önemsizleÅŸiyordu; en son seçenekti! Evet etrafındaki insanlar kendini normal olarak görüyorlarsa o bir deliydi. Hem de en ıslah olmazı en akıllanmazı, tedavisi en mümkün olmayanı… Sevginin delisi, sevgiyi vermenin ve almanın delisi, insanları sevmenin delisi… Çünkü her insanda onun özünden vardı. Ama tek bir kiÅŸiye vermek istiyordu sevgisini, fakat tüm aramalar cevapsızdı. “Åžu anda aradığınız kiÅŸiye ulaşılamıyor, lütfen daha sonra tekrar deneyiniz” Acaba bu muydu olay? Sevgini bir kiÅŸiyle deÄŸil, hayatının sonuna kadar herkesle paylaÅŸ… Nasıl yani? Hayatının sonuna kadar Adem, bir ona bir buna mı verecekti sevgisini? Ama istediÄŸi bu deÄŸildi ki… Tamam bir dönem bunu da denemiÅŸti, maymun iÅŸtahlılık ile… O dönemi hayatının evrimleÅŸme dönemi olarak görüyordu, her ne kadar kutsal kitapların yazdığı hikayeler doÄŸru olsa da bir yerde, Darwin’e de hak veriyordu teorisinde… Kendi bizzat bir dönemi canlı olarak yaÅŸamıştı hayatında… Ama onun ki biraz farklıydı; maymun iÅŸtahlılıktan evrimleÅŸme dönemini geçirmiÅŸti sevgi kavramındaki… Tamam evrimini tamamlamıştı iÅŸte… Tanrı da karşısına ödül olarak Melek’i çıkarmıştı. DoÄŸru zaman mıydı peki? Öyle olmalıydı, yoksa çıkarmazdı. Tanrı bu tip ÅŸeylerle dalga geçecek biri deÄŸildi. O zaman mesajı alamamıştı Melek sanırım. İletilen mesaj, alıcının reseptörlerindeki süzgeçlerden iyi geçmiyordu, dış etkenlerden dolayı… BahsettiÄŸim ÅŸeyi iletiÅŸim okuyanlar çok iyi anlayacaklardır. Önyargılar ve yaÅŸanan olaylar gönderilen mesajın alıcı tarafından nasıl algılanacağını biçimlendirir. O yüzden alıcının mesajı kabulünde, nötr ve açık olması gerekmektedir. BaÄŸdaÅŸtırıcı kullanmadan, geçmiÅŸten ve önyargılardan uzak almalıdır mesajı… Mesaj sayısı çok fazla idi gönderilen, Adem tarafından, ne kadarı anlaşılmıştı bilemiyordu ama… Yanıtlanan mesaj sayısı ise gerçekten azdı, çoÄŸu mesajın günlerce yanıtsız kaldığı oluyordu. Hani telefonlarınızda gönderilen mesaj yerine ulaÅŸmadığında “mesaj askıda” ibaresi olur ya, iÅŸte onun gibi bir durumda kalıyordu. O askıda olan mesajı geri alamazsınız, silemezsiniz, artık göndermiÅŸsinizdir ve yapacak bir ÅŸey olmadan beklersiniz öylece, operatöre mahkum… İşte tüm bu karışıklığın ortasında, yalnızlığını oyun oynayarak gidermek için avucunu açıp, oynamak isteyen kaleye mum diksin diye bağırıyordu. Ama ne mum diken vardı kaleye, ne de onu duyan… Zaten aslında oynamak istediÄŸi iki kiÅŸilik bir oyundu, diyaloÄŸa dayanan… Fakat Melek de onu duymuyordu, ya da duymazlıktan geliyordu. Sabrı geliÅŸmekte olan bir meyveye benzetirdi Adem, her zaman… Az olgunlaÅŸtığında tatsız ve ekÅŸi, çok olgunlaÅŸtığında ise çürüyen bir meyve gibiydi, sabır… Adem’in elindeki meyvenin yenme zamanı geçiyordu, yakında ellerinde çürüyecekti. Uzun zamandır olgunlaÅŸtırdığı ve büyüttüÄŸü bu meyve yok olacaktı. Adem diyince herkesin aklına meyve olarak elma gelir biliyorum ama bu seferki meyvenin farklıydı. Adem elindeki bu meyveye “passion fruit” adını vermiÅŸti. Tutku ve sabır kelimeleri bu meyveye tadını veriyordu. Fakat zamanında yenmezse, çabuk çürümeye baÅŸlayan bir meyveydi. Ve gitgide rengini kaybetmeye baÅŸlamıştı bile, tek bir ÅŸey bunu deÄŸiÅŸtirebilirdi, göklerin ötesinden gelen bir Melek’in meyvanın çekirdeÄŸine dokunuÅŸu… Fakat nafile bekledi Adem günlerce… Bir elindeki lezzetli meyvaya bakıyordu, gün geçtikçe eriyen, çürüyen, bir de gökyüzüne… Rüzgar zaman zaman öyle kuvvetli esiyordu ki, sanki kendine gel dercesine tokatlar vuruyordu Adem’in yüzüne… -“Kendine gel ve gerçeÄŸi gör. Yeryüzünde yaÅŸayan sen ey AdemoÄŸlu insan… Sen neye dayanarak hayaller kuruyorsun da, bu hayallerin gerçekleÅŸmesini bekliyorsun? Sen gerçeklerle yaÅŸamaya hapsedilmiÅŸtin unutma! Gerçekler ise kaldıramadığın kadar ağır olabilir bazen… Aynı ÅŸimdi olduÄŸu gibi… Fakat eÅŸek de sırtına yükü aldığında, ilk anlarda taşımakta zorlanır, fakat yürüdükçe ve zaman geçtikçe alışır, o da yükünün ağırlığına… Zamanla hissetmez olur bu yükü… Ne ÅŸimdi yani, sen bir eÅŸek kadar olamayacak mısın? Sana verilen bu yükü hissizleÅŸerek taşıyamıyor musun? Bırak artık gitsin giden… Taşıyamayacaksan da, at yükü sırtından, ya da yürüme bu yolda, çök ve otur, anlar ve alır o yükü senden merak etme, veren… Rüzgarın fısıltısındaki mesajı zaten bir tek o anlayabilirdi ve duyabilirdi … “Zor artık” dedi… “Gerçekten zor…” “Tüm insanlığın yükünü taşıyorken bir de bu yük gerçekten fazla… Üzgünüm” dedi gökyüzüne kaldırarak başını… “Ben İsa deÄŸilim ki, öyle olsaydı, benim Mesih olarak geleceÄŸimi yazardın deÄŸil mi kitabında? O taşıyabiliyordu, çünkü O’na, o gücü verip, öyle yüklemiÅŸtin bu misyonu… Bana ise bu kadar yüklemiÅŸsin gücü sanırım Tanrı’m, üzgünüm bırakıyorum yükü üstümden…” Melek uçsun özgürce istediÄŸi gibi göklerde… Ben daha fazla takip edemem, bacaklarımla, onun iki kanadını… Uçsun ve mutluluÄŸa konsun… Ben artık… Adem yutkundu söyleyeceÄŸi ÅŸey, büyük lokma idi. Ama yapabileceÄŸi bir ÅŸey yoktu. Açık, net ve dürüst olmuÅŸtu. Gerekli adımları atmıştı. Ama bu deÄŸildi oynamak istediÄŸi oyun, kaldı ki oyun oynayacak yaÅŸta deÄŸildi. Kafasını çevirdi, yürüdüÄŸü yoldan ve ters tarafa doÄŸru yürümeye baÅŸladı. Bacakları onu ancak evine götürebilecek kadar güçlüydü. Dinlenmesi gerekiyordu, daha önünde halletmesi gereken baÅŸka görevler vardı. DiÄŸer misyonlarını tamamlamamıştı henüz… Bundan sonra Melek ona yetiÅŸmek isterse, zaten kanatları vardı ve onun bulunduÄŸu tarafa doÄŸru uçması yeterli olacaktı, fakat Adem dinlendiÄŸinde çok hızlı yürüyebiliyordu ve yoluna neler çıkacak bilinmezdi. Tanrı’sı elbet bir gün ona Havva’sını gönderecekti. Belki yarın belki yarından da yakın… Zaman denilen kavram, çok göreceli idi. Senin için bir gün, baÅŸkası için bir dakika gibi olabilirdi… Saatin tik-tak’ları yankılanırken hayatlarımızda, Adem yürüyüÅŸüne baÅŸladı diÄŸer yöne doÄŸru, hayat saatinin gongu vurmadan misyonlarını tamamlaması gerekiyordu. Melek’in gülüÅŸü aklında… Ve sadece aklında kalacaktı artık… Kalbindeki yerinde ise derin bir çukur kalmıştı sadece, gökyüzünden düÅŸen bir meteorun açtığı derin bir çukur… Elbet zamanla doÄŸa bu çukuru kapatacaktı, ve yine çiçekler açacaktı bahçesinde kalbinin, belki de meleÄŸe bir zamanlar gönderdiÄŸi gülleri, buradan koparıp göndermemeliydi… Ve Adem, insanların arasına karışıp, gözden yitti…
Contact
I'm always looking for new and exciting opportunities. Let's connect.
​
Burası sitede yazan bir ÅŸey idi ben de deÄŸiÅŸtirmedim genel hayat felsefeme uyduÄŸu için...